Diyabetle Savaşta Yeni Dönem: Diyabet Cerrahisi Doğru Hastada Oyunu Değiştiriyor

Diyabetle Savaşta Yeni Dönem: Diyabet Cerrahisi Doğru Hastada Oyunu Değiştiriyor

KADINCA.eu’nun sorularını yanıtlayan Acıbadem Hastanesi’nden Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Aziz Sümer, diyabet cerrahisinin özellikle tip 2 diyabetli ve obez hastalarda, ilaç tedavisinin ötesine geçen kalıcı bir metabolik kontrol sağlayabildiğini vurguladı.

Dünyada obezite salgını giderek büyüyor, yaygın ve önlem alınmadığında ciddi sağlık ve ekonomik sonuçları olan küresel bir krize doğru evrilmesi de an meselesi.

Dünya Obezite Federasyonu’nun raporuna göre, 2025 yılına kadar küresel obezite oranının erkeklerde yüzde 18, kadınlarda ise yüzde 21’e yükselmesi bekleniyor.

Türk toplumuna baktığımızda da her üç yetişkinden ikisi fazla kilolu ya da obez; bu tabloya bir de hızla artan diyabet vakaları eklenince, sessiz ama yıkıcı bir salgının tam ortasında yaşadığımız netleşiyor.

Kontrolden çıkan kan şekeri, yıllar içinde kalbi, böbrekleri, gözleri ve damarları hedef alırken, pek çok hasta için yalnızca ilaçlarla bu gidişi durdurmak artık yeterli olmuyor.

İşte tam bu noktada, Acıbadem Hastanesi’nden Prof. Dr. Aziz Sümer’in uyguladığı diyabet cerrahisi, doğru hastalarda hem şeker hastalığının seyrini hem de yaşam kalitesini kökten değiştiren güçlü bir seçenek olarak öne çıkıyor.

Sessiz salgın: Obezite ve diyabet

Türkiye, obezite oranlarının hızla arttığı ve buna paralel olarak diyabet vakalarının da yükseldiği bir dönemden geçiyor. Toplumun önemli bir kısmının fazla kilolu ya da obez olması, diyabeti artık yalnızca bireysel bir hastalık değil, toplumsal bir kriz haline getiriyor.

Prof. Dr. Aziz Sümer, “Şu anda Türkiye, obezite oranlarında Avrupa’nın en üst sıralarında. Fazla kilo arttıkça, diyabet de adeta gölgesi gibi peşinden geliyor.” diyerek tablonun ciddiyetine dikkat çekiyor.

Diyabet cerrahisi nedir?
Diyabet cerrahisi, tıpta “metabolik cerrahi” olarak adlandırılan ve temelleri 1950–1970’li yıllarda obezite ameliyatlarına dayanan bir yaklaşım. Obezite cerrahisi geçiren hastalarda kan şekeri kontrolünün de belirgin şekilde düzelmesi, zamanla bu ameliyatların diyabet tedavisinde bağımsız bir başlık altında ele alınmasına yol açtı.

Bugün bu ameliyatlar çoğunlukla kapalı (laparoskopik) yöntemle yapılıyor. Prof. Dr. Sümer, “Laparoskopik cerrahinin yaygınlaşmasıyla hem komplikasyon hem de ölüm oranları önemli ölçüde azaldı; bu da diyabet ve obezite cerrahisini dünya çapında çok daha kabul edilebilir hale getirdi.” diyor.
Kimlerde en iyi sonuçlar alınıyor?
Diyabet cerrahisi, her diyabet hastasına önerilen bir yöntem değil; en iyi sonuçlar doğru seçilmiş hasta grubunda elde ediliyor.

Prof. Dr. Aziz Sümer, ideal adayları şöyle tarif ediyor: “Tip 2 diyabet tanısı olan, vücut kitle indeksi 30’un üzerinde bulunan, yani fazla kilolu ya da obez olan ve ilaç ya da insülin tedavisine rağmen kan şekeri bir türlü düzene girmeyen hastalar, cerrahi için en uygun grubu oluşturuyor.”

Cerrahi öncesinde pankreasın insülin üretme kapasitesi mutlaka değerlendiriliyor. Sümer, “İlk baktığımız şey, pankreas deposunun ne kadar dolu olduğu. Eğer bu depo büyük ölçüde boşalmışsa, yani hastanın tip 2 diyabeti, tip 1’e dönmüşse, cerrahiden beklediğimiz fayda sınırlı kalıyor.” diyerek doğru hasta seçiminin önemini vurguluyor.

Ameliyatlar vücutta neyi değiştiriyor?

Metabolik cerrahi kapsamında en sık uygulanan işlemler, mide bypass ameliyatları; bunların arasında gastrik bypass, tek anastomozlu gastrik bypass ve transit bipartisyon öne çıkıyor. Bu ameliyatlarda mide küçültülüyor ve ince bağırsağın bir bölümü bypass edilerek besinlerin bağırsakla temas şekli köklü biçimde değiştiriliyor.

Bu sayede bağırsak duvarından salınan bazı hormonlar insülin benzeri etki gösteriyor, pankreastaki beta hücreleri daha aktif hale gelerek daha fazla insülin üretiyor. Prof. Dr. Sümer, “Yemek yendiğinde bağırsaklardan salınan hormonları lehimize çeviriyoruz. Hem hastanın insülin ihtiyacını azaltıyor hem de pankreasın elindeki kapasiteyi çok daha verimli kullandırıyoruz.” sözleriyle bu mekanizmayı özetliyor.

Neden ilaç değil de cerrahi?

Tip 2 diyabet tedavisinde ilk basamak, her zaman yaşam tarzı değişikliği ve kilo vermek; ardından ağızdan alınan ilaçlar ve gerekirse enjeksiyon tedavileri geliyor. Bu yöntemler, elbette pek çok hasta için değerli; ancak her zaman 24 saat boyunca süren, kesintisiz bir biyolojik denge kurmaya yetmeyebiliyor.

Prof. Dr. Sümer, ilaç ve cerrahi arasındaki farkı çarpıcı bir örnekle anlatıyor: “İnsülinle hastanızın şekerini çok iyi ayarlayabilirsiniz. Ölçtüğünüzde değerler normal çıkar. Üç aylık ortalama şeker testleri bile güzel görünebilir. Ama buna rağmen hasta gözünü kaybedebilir, böbrek yetmezliğine girebilir ya da kalp krizi geçirebilir. Çünkü biyokimyasal olarak düzelttiğinizi, biyolojik olarak 24 saat koruyamıyorsunuz.”

Metabolik cerrahinin en büyük gücü ise tam da burada ortaya çıkıyor: Amaç, diyabet döngüsünü 24 saat boyunca kontrol altına almak. Ameliyat sonrası hastalarda kan şekeri yalnızca testlerde normal çıkmakla kalmıyor; küçük ve orta çaplı damarlarda diyabetin yol açtığı hasar azaldığı için, körlük, böbrek yetmezliği, kalp krizi ve ayak kesilmesi gibi ağır komplikasyonların gelişme riski de belirgin biçimde düşüyor, ya da gecikiyor.

“Doğru hastada cerrahi oyunu değiştiriyor”

Diyabet cerrahisi, uygun hastalarda yalnızca kan şekerini değil, günlük yaşamı da doğrudan etkileyen bir dönüşüm sağlıyor. Pek çok hasta, ameliyat sonrası dönemde çoklu ilaç rejimlerinden ve yüksek doz insülin enjeksiyonlarından kurtulabiliyor.

Prof. Dr. Aziz Sümer, “Tip 2 diyabetli, obez bir hastada cerrahi, hem kilo verdiriyor hem de şeker hastalığını aynı anda kontrol altına alıyor. Uygun hastada bu sonucu bugünkü ilaç tedavileriyle yakalamak mümkün değil.” diyor ve ekliyor: “Doğru hastaya, doğru zamanda yapılan diyabet cerrahisi, diyabetin seyrini kökten değiştiren bir müdahale; ilaçların yetişemediği yere, 24 saatlik metabolik dengeyle ulaşıyor.”

Kimler Diyabet Cerrahisine Aday?

• 18–65 yaş arası olanlar
• Tip 2 diyabet tanısı olup, en az birkaç yıldır ilaç veya insülin kullananlar
• Vücut kitle indeksi (VKİ) 30’un üzerinde, yani fazla kilolu veya obez hastalar
• İlaç ve insülin tedavisine rağmen kan şekeri kontrol altına alınamayanlar
• Pankreasta hâlâ yeterli insülin üretimi olduğu tespit edilenler
Tip 1 diyabetli hastalar ve vücut kitle indeksi düşük olanlarda cerrahi önerilmemektedir.

Cerrahinin En Büyük 3 Avantajı

  • 24 Saatlik Kan Şekeri Kontrolü: Cerrahi, kan şekerini sürekli olarak dengeleyerek diyabete bağlı organ hasarı ve komplikasyon riskini azaltır.
  • İlaçlara ve Enjeksiyonlara Veda: Uygun hastaların çoğu ameliyat sonrası insülin ve çoklu ilaç tedavisinden tamamen kurtulabilir.
  • Kilo Kaybı ve Yaşam Kalitesinde Artış: Aynı anda hem kilo verdirip hem de şeker hastalığını kontrol altına alır; kalp-damar, karaciğer ve uyku apnesi gibi ek hastalıklarda belirgin iyileşme sağlanabilir.

Özlem Coşkun – KADINCA.TV – 02.12.2025 – 23:00

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*