Mermere Kazınan Aşk: Tac Mahal’in Sessizliğinde Yüzyılların Hikâyesi
Hindistan’ın Agra şehrinde sabah güneşi Yamuna Nehri’nin üzerine düşerken, Tac Mahal’in beyaz mermerleri hafif bir pusla parıldıyor. Turuncu ve altın tonları, sabahın serin rüzgârıyla birlikte anıtın yüzeyinde dans ederken, ben Hindistan’a özgü mavi bir sari içinde, hayranlıkla bu manzaranın ortasında duran bir gazeteci olarak tarihin nefes aldığını hissediyorum.
Dünyanın en çok fotoğraflanan yapılarından biri olan Tac Mahal’i görmek, yalnızca bir mimari başyapıtı ziyaret etmek değil; aynı zamanda bir imparatorun yüzyılları aşan aşkına tanıklık etmek anlamına geliyor. Peki bu aşk nerede başladı, nasıl büyüdü ve neden mermerin sessizliğine mühürlendi? Bu soruların peşine düşüp Tac Mahal’in gölgesinde durduğunuzda, tarih birdenbire canlanmaya başlıyor.
Bahçede Başlayan Kader: Genç Prens ve Gül Toplayan Kız
Agra’nın sıcak rüzgârının taşıdığı gül kokusu arasında, 15 yaşındaki Prens Khurram’ın (sonradan Şah Cihan) gözlerini ilk kez bir genç kıza çevirdiği bahçe, bugün hâlâ aynı sessizliği koruyor. Rehberlerin anlattıklarına göre, o sabah güneş bir genç kızın yüzüne vurduğunda Prens birkaç adım yürümeyi unutmuştu. O genç kız Arjumand Banu Begüm’dü, geleceğin Mümtaz Mahal’i.
Bahçelerde dolaşırken, ziyaretçilerden birinin ağzından şu cümleyi duyuyorum: “O an kimse fark etmedi ama bahçede bir rüzgâr esti ve tarihin yönü değişti.” Ben de aynı bahçede dururken, rüzgârın hâlâ aynı hikâyeyi fısıldadığını duyuyor gibiyim.
Saraydan Yükselen Bir İsim: Mümtaz Mahal
1612 yılındaki görkemli düğünü anlatırken, Agra’daki yerel tarihçiler gözlerinin içi parlayarak şu anıyı aktarıyor: “Şah Cihan, nikâh sonrası Arjumand’a dönüp ‘Sen artık sarayın seçilmişisin, Mümtaz Mahalsin” diyor. Sarayın görkemini gezerken, o cümlenin ağırlığı bir anda kendini hissettiriyor. Mümtaz yalnızca bir eş değil, savaş çadırlarında, barış görüşmelerinde, devlet yönetiminde Şah Cihan’ın kalbinin gölgesiydi.
Bir İmparator Çökerken Bir Dünya Ağladı
1631’de Deccan seferi sırasında Mümtaz Mahal’in doğumdan sonra yaşama veda ettiği çadır bugün yok, ama o hüzün Tac Mahal’in duvarlarına sinmiş gibi. Şah Cihan’ın o gece söylediği rivayet edilen söz, Tac Mahal’i gezen binlerce insanın dudaklarında yankılanıyor: “Onu toprağa değil, sonsuzluğa gömeceğim.”
Nehre dönük terasta durup Tac Mahal’in siluetine bakarken, açıkçası bu cümleyi düşünmeden edemiyorum. Çünkü gerçekten de Şah Cihan eşini yalnızca gömmedi, onun için bir sonsuzluk inşa etti.
Mermerde Aşk: Tac Mahal’in Doğuşu
Tac Mahal’in inşasında 20 binden fazla usta, hattat ve zanaatkâr çalıştı. Her mermer parçası, her oyma, her hat yazısı, bir dua gibi işlendi. Gezi esnasında karşılaştığım Tac Mahal’i ziyarete gelen öğrenciler bana şöyle dediler: “Bu bina bir mezar değil, sevgi için dikilmiş yaşayan bir mabed.”
Ve gerçekten de öyle… Güneş kubbelere vurduğunda mermerin içinden ışık geçiyor, sanki Mümtaz’ın nefesi hâlâ orada dolaşıyor gibi.
Hapishane Penceresindeki Son Bakış
Bir gün öncesi Tac Mahal’i Yamuna Nehri’nin karşı kıyısından gören Agra Kalesi’ne geçtiğimde ise hikâye başka bir tona bürünmüştü. Yaşlı Şah Cihan’ın, oğlu Evrengzib tarafından hapsedildiği odanın küçük penceresinden her gün Tac Mahal’e baktığını öğreniyorum. Duvara dokunuyorum. Güneş pencereden içeri süzülüyor. Ve buradaki görevli bana fısıldıyor: “Son nefesini verirken yüzünde bir tebessüm vardı. Çünkü Tac Mahal’e bakıyordu.”
O pencerenin önünde duruyorum. Rüzgâr, tacın siluetini dalgalı bir çizgi gibi gösteriyor. İki asırlık bir ayrılığın bile aşamadığı bir bağlılık… İşte o an tarih ile bugün arasında görünmez bir bağ kuruluyor.
Bazı Aşklar Kelimelerle Değil, Mermerle Yazılır
Tac Mahal’den çıkarken sari eteğimin ucuna takılan hafif toz, yolculuğumun küçük bir hatırası. Fakat burada gördüğüm şey, bir taş yapının ötesinde bir anlam taşıyor: Aşkın mimariye dönüşmüş hâli.
Bir imparatorun, bir kadının adını zamanın hafızasına incelikli bir sanatla kazımış olması…
Özlem Coşkun – KADINCA.TV – 09.12.2025 – 20:00
İlk yorum yapan olun