Yeni Adana Grillhaus, Berlin-Kreuzberg’te temiz, nezih, adına uygun yeninin parıldadığı bir mekan. Özellikle ocak başında ızgara seven Berlinlilerin iyi bildiğine kuşku duymadığım bir işletme. Ama ben işletmeden değil, işletmenin sahibesinden bahsetmek istiyorum, yani Türkan Köse’den.
Geçen gün Yeni Adana Grillhaus’a gittiğimde onu kısa da olsa, dışarıdan gözlemleme şansım oldu. Henüz müşterilerin yoğun olmadığı bir saatti. Türkan Köse, bir taraftan hesapları kontrol ediyor, bir taraftan da cep telefonuyla telefon trafiğini idare ediyordu. Arada çalışanlarıyla göz teması kuruyor ve mesajlarını bu yolla bile onlara iletebiliyordu. Kısacası onu tanımasanız dahi dışardan baktığınızda, otoritesi ve hakimiyeti ile işletmenin sahibi olduğunu anlardınız.
Alan olarak kadınlardan çok erkekleri görmeye alışık olduğumuz ocak başı işletmeleri, işletmeciliğini daha ziyade bıçkın beylerin tercih ettiği ve bazen de çekişmeli mekanlar olarak biliniyor. Belki de onun için Türkan hanım ağır ve güçlü otoritesini hissettiriyor. Zaten çevre esnafı da kendisine “yenge” olarak hitap ediyor. Malum bizde ağır abilere “dayı” denir, bunun kadın varyasyonu da “yenge.” Beraberinde bu düşünceyi destekleyen bir de açıklama geliyor Türkan hanımdan: “Bu işte en keyif aldığım şey, erkeklere de ödeme yapan bir patron olmak.”
Biraz zaman geçiyor, yavaş yavaş müşteriler gelmeye başlıyor. Türkan hanım, onları karşılıyor. Ama hiçbiri müşteri gibi değil, bir yakın bir arkadaş gibi giriyor mekana. Ve Türkan hanım bu akış içerisinde müşteri ile çalışanları arasında muazzam bir iletişim kuruyor, üstelik de sadece gülümsemesiyle. Öyle bir gülümseme ki samimiyet, dürüstlük, dostluk, belki şefkat barındırıyor içinde. Yani hepsinin bir harmanı…
O zaman farkediyorum, işletmenin idaresi otoriter bir yaklaşımdan çok bu gülümseyişte saklı. Başka bir deyişle erkek egemen anlayışın elini masaya vurarak yaptığını bir kadın, “gerçek olan gülümseme”siyle yapıyor.
Evet, gerçek bir gülümseme… Bu nedir diye soracak olursanız, Türkan Köse yaşamında sürekli engelleri göğüslemeye çalışmış. Şimdi pek çoğunuz “Hepimiz gibi!” diyecektir. Doğru, yaşam denen şey, zorluklarla mücadeleyi gerektiriyor. Ama bunlar genelde belli başlı zorluklar şeklinde karşımıza çıkıyor. Bizim bunlardan bazılarını taşıdığımız zorlukları, Türkan hanım topyekun sırtlamış bir kadın.
Özellikle de ataerkil yapının ağır bastığı Türk toplumunda kadınlarımızın yaşadığı tüm sorunlar adeta onun hikayesini ele geçirmiş. Fakat o, karşısına çıkan engelleri gülümsemesiyle bir kenara itmeyi başarmış. Yaşam enerjisini gülümsemesine yansıtarak, yürümeye devam etmiş. Onun için de, bu gülümseme gerçek…
Şimdi bu zorlu ama örnek yaşamı, onu bize gülümsemesiyle geçiren kadından dinliyoruz: “Ben, Muş-Varto doğumluyum. Yedi kardeşiz. Almanya hikayem aslında babamın hikayesi ile bağlantılı. Babam, ben üç yaşındayken Almanya’ya çalışmak için gitmiş. Bizi de sonra yanına aldırdı. Köydeki yaşamımız çok güzeldi. Belki de hayatımın en mutlu günleriydi.”
“İthal gelin” olarak başlayan evlilik
Türkan Köse böyle söylüyor, çünkü Almanya’ya gelmeden önce onu Berlin’de yaşayan, hiç tanımadığı ve istemediği halasının oğluyla nişanlamışlar. Hatta evlilik için yaşını büyütmüşler ve onsekiz yaşında onun tabiriyle “ithal gelin” olarak Almanya’ya ayak basmış.
Türkan Köse o günkü hislerini şu sözlerle anlatıyor: “Büyükler karar verdiğinde bir şey diyemiyorsunuz tabii. Bizde öyle. Töreler. Ama henüz 15 yaşındasın, aşkı merak ediyorsun, sevmeyi, sevilmeyi… Ve seni tanımadığın biriyle nişanlıyorlar, dalların kırılıyor.”
Gözleri uzaklara dalıyor Türkan hanımın “Yani aşk yok! Ya da yolu benimle hiç kesişmedi. İnsan böyle bilip, böyle öğrenince, evlatlarını da sert yetiştiriyor. Bu yüzden kızlarımı baskı altında tuttuğum çok olmuştur. Şimdi tabii başka düşünüyorum.”
Türkan Köse gülümseyerek, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Eskiden hiç bir şeye itiraz edemezken, evinden çıkmayan bir kadınken, şimdi ocakbaşı işletiyorum. Cesaret, gözü karalık insana hem sınırlarını, hem de gücünü gösteriyor. Hatalar da yapacağız elbet. Zaten o hatalar bizi gitmek istediğimiz yere götürüyor.”
Başkalarının hatalarının yükünü çekmek çok ağır
Köse, geçmişteki günlere hayıflanarak ekliyor: “Keşke o zaman başkaldırsaydım, bildiğimi yapsaydım, o huzurlu köyümde kalabilseydim. Belki bu karara bağlı hatalarım olacaktı. Ama o hatalar bana ait olacaktı, hesaplaşmasını yapabilecektim. Başkalarının hatalarının yükünü çekmek çok ağır.”
Evlilikte derinleşen yalnızlık
Türkan Köse, evlendikten sonra kocasını sevmeye başladığını, bir yuva kurmanın, bir yere ait olmanın onu ilk yıllarda mutlu ettiğini söylüyor. Onyedi yıl halasının yanında yaşadıktan sonra ayrı bir eve taşındıklarını belirten Köse, kocasıyla olan ilişkisinde gün geçtikçe derinleşen bir yalnızlığa sürüklendiğini anlatıyor: “Halam bize hep kol kanat gerdi. Ama bu evlilikte çok yalnızdım. Eşim sorumsuzdu. Nerede akşam orada sabah. İş yok, güç yok. Borç harç. Özellikle çocuklarım olduktan sonra bu bana daha da zor gelmeye başladı.”
Çocuklar, engeller ve engelleri aşmak
“İlk çocuğuma hamileyim. Eşim işsiz, sonra kendini bir yerde çalışıyor gösterdi. Bebek altı aylıkken doktora gittik. Orada akraba evliliğine bağlı kan uyuşmazlığımız olduğunu öğrendim” diyen Türkan Köse, yıkıldığını söylüyor. Köse, kızı dünyaya geldiğinde sağlıklı olduğunu, ancak altı yaşından itibaren kızında bir gerileme başladığını ve en nihayetinde bakım evine alındığını ifade ediyor.
“Diğer iki kızımın hamileliklerinde gerekli olan iğneleri yaptırdım, onlar çok şükür sağlıklı. Ama oğlum yani en küçüğümüzde bu tedavi için geciktim ve büyük kızımda olan rahatsızlık onda da başgösterdi” şeklinde konuşan Türkan Köse, o günlerde hem çalıştığını hem de evde oğlunun bakımını yürüttüğünü dile getiriyor.
Ancak Köse, sosyal hizmetlerin engelli çocuğunu yalnız baktığını bahane ederek, oğlunu da kızı gibi bakım evine aldıklarını belirttiyor. Acılı anne bunun onu fazlasıyla sarstığının altını çiziyor.
Türkan Köse, “anneler çocuklarını eşit sever ama en küçük ve hasta olanlara kalp ayrı akar. Oğlumu benden aldıklarında çok üzüldüm. Eşim, beni yüz üstü bıraktı. Bu haldeyken çocuklarını terk etti. Şimdi belirli zamanlarda çocuklarımın ziyaretlerine gidiyorum. Oğlumu bazen buraya yani işyerine de getiriyorum. Çok mutlu oluyor” diyor.
Doğruluk, işimdeki imzam
Türkan Köse, gastronomi sektörüne eşiyle başladıklarını ancak eşinin çocuklarının sorumluluğu gibi işinin sorumluluğunu da onun omuzlarına bırakıp gittiğini anlatıyor. “Hiç bir şeyi ödemeden, tüm borçları benim üstüme yıkarak, çekti gitti. Dişimi tırnağıma takarak çalıştım, borçları ödedim. Ayakta durmayı öğrendim” diyen Türkan hanım, “Doğruluktan şaşmam, işim de hesabım da dosdoğrudur. Çok şükür kimseye borçlu değilim. Doğruluğum imzamdır. Sektördekiler de bilir, saygı duyar” ifadesini kullanıyor.
İşim hem mücadele alanım, hem rehabilitasyon merkezim
Türkan Köse, bir yıl boyunca işine ara verdiğini ancak bunun onu çok mutlusuz ettiğini ve işine tüm enerjisiyle geri döndüğünü söylüyor. “İşim beni ekonomik olarak özgür kıldığı gibi başarabileceklerimi görmem için de en doğru nokta” şeklinde konuşan Köse, çevresinde çok sayıda ocakbaşı işletme olduğunu ama verilen hizmet ve müşteri memnuniyeti açısından ayrıldıklarını belirtiyor.
Türkan hanım, müşterilerin işletmesini çevrede “Türkan hanımın yeri” diye aradıklarını ve bunun onu çok mutlu ettiğini kaydediyor.
Türkan Köse, “Eşimden boşanalı on yıl oldu, huzurluyum. Kendi ayaklarımın üstünde duruyorum. İş yerim, müşterilerimle kurduğum dostane ilişkilerim beni dertlerden uzaklaştırıyor” diyerek Yeni Adana Grillhaus’un kendisi için hem mücadele alanı, hem de bir rehabilitasyon merkezi olduğunu vurguluyor.
İlk yorum yapan olun