BİR ERDEM HİKAYESİ…

Bu başlık, her ne kadar Hospiz İpek’in erdem çalışmalarına yeni bir pencere açmayı hedefleyen yazımıza ait görünse de bizim değil.
“Bir Erdem Hikayesi: Hospiz İpek”, TRT Türk’ün “İnsan İnsan” ana başlığı altında çektiği 14 belgeselden biri.

Peki, neden Hospiz İpek? Bunun nedenini öğrenmek için Türkiye’den Berlin’e gelen TRT Türk çekim ekibiyle görüşmek için Hospiz İpek’e gidiyoruz. İçeri girdiğimizde ekip, büyük bir sehpanın üzerine dizilmiş üstünde isimler yazılı, farklı renklerde desenlerin olduğu taşları çekiyor. Taşların üzerinden kayarak zoom yapan kamera en nihayetinde birbirine kenetlenmiş iki ele odaklanıyor. Eller açılıyor bir el diğerine isminin yazılı olduğu taşı emanet ediyor ve geriye çekiliyor. Kamera artık sadece ismin yazılı olduğu taşı görüyor. Bu bir vedalaşma… Sözsüz, sevdiğine kendinden bir an, bir anı bırakarak yapılan zarif bir vedalaşma…

Bu açılış sekansının ardından belgeselin yönetmenleriyle, merkezine “vedalaşma”yı yerleştirdiğimiz sohbetimiz başlıyor. Belgeselin yönetmenlerinden Hatice Gürler Yazıcı, öncelikle Hospiz İpek’le tanışmalarını şöyle anlatıyor: “Proje bize geldiğinde, ağırlıklı olarak kahramanlık hikayeleri karşımıza çıktı. Ama bize motivasyonu daha derinde olan bir hikaye gerekiyordu. Hospiz İpek’i araştırınca bu aradığımız hikaye olabilir dedik.”

Türkiye’de insanlar “evim” der, burada neden hospiz?

Hospiz İpek’in ve sahibesi Nare Yeşilyurt’un gönüllü ve özverili hikayesinin yanısıra Türkiye’de olmayan hospiz konseptinin de ilginç geldiğini söyleyen Hatice Gürler-Yazıcı, “ölüm söz konusu olunca biz de insanlar, “illaki evim der” hospizi cazip kılan nedir diye de merak ettik açıkçası” diyor.

Belgeselin bir diğer yönetmeni Nükket Zeynep Yılmaz ise Hospiz’i çekme fikrini önce benimsemediğini belirterek, “Bana ilk etapta bir huzur evi konsepti gibi geldi. Ayrıca insanlar ölüm döşeğinde evi dışında başka bir yerde kalıyor. Hikaye karanlık gelmişti açıkçası” diyerek duygularını dile getiriyor.

“Ölümü unutturan, yaşamı hatırlatan bir yer”

Yönetmen Hatice Gürler-Yazıcı, Berlin’e geldiklerinde içini bir tereddütün sardığını söylüyor. “Ölüm döşeğindeki hastaları nasıl çekeceğiz? Hastalık, korkular, acılar gibi pek çok duygu üstümüze çöktü” diyen yönetmen, çekimden bir gece önce Nare Yeşilyurt’un ricasıyla Hospiz’i ziyaret ettiklerini ve buradaki huzurun endişelerini bertaraf ettiğini şöyle ifade ediyor: “İçeri girdiğimizde renkler, tablolar, her şeyin harmoniyle aktığı bir yer gördük. Hastanedeki gibi kokular yok. Ertesi gün çekime geldiğimizde de her şey aynıydı. Biz çekim yaparken dahi her şey sakinliğini, dinginliğini koruyordu.”

Aynı şekilde yönetmen Nükket Zeynep Yılmaz, hospizin kendisindeki ölüm algısını değiştirdiğine dikkat çekerek şunları söylüyor: “Kendi kendimi burası ağır hastaların kaldığı yer diye hatırlatırken buldum bazen. Sanki dinlenmek için gelinen bir merkez gibi. Hastalar örgü örüyor, hemşirelerle espiri yapıp, çay içiyor, sohbet ediyorlar. Yaşama dört elle sarılmışlar. Ölüm söz konusu olsa da yaşamı böyle kutsayabilmek harika bir deneyim, harika bir öğreti!”

“Ölüme doğum gibi hazırlanılıyor”

Yönetmen Yılmaz, bu çerçevede oluşturulan atmosferin adeta doğum için yapılan hazırlıklara benzediğini aktarıyor: “Doğum için hastane süslenir ya, burada da aynı his var. Onun için bu duygu hastaya da geçmiş. Sanki neşeli, mutlu bir geçişe hazırlık yapılıyor gibi…”

“Vedalaşmak çok kıymetli”

Yönetmen Gürler Yazıcı, Hospiz kavramının Türkiye için yeni ve kültüre yabancı görünmekle birlikte, yeni neslin bunu anlayıp tercih edebileceğini savunuyor. Yönetmen, annesinin vefatıyla ilgili yaşadığı deneyime dayanarak, vedalaşmanın önemine dikkat çekiyor: “Annemi hastanede, yoğun bakımda kaybettim. Onu kısa aralıklarla görebildim. Keşke böyle bir yer olsaydı, onun hiç bir anını kaçırmasaydım. Daha çok zaman geçirebilseydim diyorum.”

“Biz camın arkasında kaldık, çünkü ağrılarının dindirilmesi, kontrol altında olması gerekiyordu” diyen Gürler Yazıcı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Oysa böyle bir hospizte olsaydık, o acılı ve üzgün bir ayı biz farklı yaşayacaktık. El ele yaşayacaktık. Vedalaşabilecektik. Bu çok kıymetli!”

“Yakını bıraktığın değil, onunla zaman geçirebileceğin bir yer!”

Yönetmen Nükket Zeynep Yılmaz da “Hospiz yakınını bırakıp gittiğin, ona arkanı döndüğün bir yer değil. Burası aslında yakınınla vakit geçirmen için sana şans veren bir yer” diyerek sözlerine şunları da ekliyor: “Hospiz; ağrı, sızı, bakım; seni yoran, ruhunu yok eden, yakınınla ilişki kurmanı engelleyen her şeyi üstleniyor. Sana ‘Sen sevginle, vaktinle, yakınınla ol!’ diyen bir yer. Böyle bir şey, aslında ailelere sunulmuş bir hediye gibi.”

“Tüm dünyanın hospizlere ihtiyacı var!”

En son olarak Hospiz İpek’in sahibesi Nare Yeşilyurt’un belgesele dair düşüncelerini ve deneyimini soruyoruz. Yeşilyurt, Türkiye’den gelen hospizle ilgili alakadan memnuniyet duyduğunu dile getiriyor ve şöyle devam ediyor: “Tüm dünyanın, tabii Türkiye’nin de hospizlere ihtiyacı var. Çünkü herkes hastasıyla son zamanlarını en iyi şekilde geçirmeyi ve gerçek bir vedalaşmayı hakediyor. Bütün çabam bunun için. Bunun görülmesi, takdir edilmesi de beni ayrıca mutlu ediyor.”

Özlem Coşkun – KADINCA.TV – 30.03.2022 – 21:30
Fotoğraflar: AYPA.TV

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*