ÇINARLARIMIZ – 2

KÖKLERİ MAKEDONYA’YA UZANAN AYŞE TEYZE

Hayatın olgunluktan sonraki dönemi olarak tanımlayabileceğimiz yaşlılarımız, milli kültürümüzü ve değerlerimizi yarınlara taşımamızı sağlayan, geçmişin tecrübelerini günümüze aktararak geleceğe ışık tutan, hayatımızın en kıymetli değerleridir. Güçlü, sağlam, yorgun ama bilge çınarlarımız…

Bazen hak ettikleri değeri göremeseler de…

KADINCA.eu olarak amacımız, insan hayatında önemli bir yere sahip olan yaşlılık çağında, insanların çekmiş oldukları sıkıntılara, dertlere, mücadelelerine dikkat çekmek ve bu tecrübeler üzerinden yeni nesile bir mesaj vermek.

Gençliğinde anlamazsın, ilgini çekmez ihtiyarlar. Sen hep genç kalacaksın ya, ne yaparsa yapsın onlar. Ama yavaş yavaş azalır enerjin, gelir o gelmez dediğin yıllar.

Bir de, artık seni terk edip göçer o eski dostlar. İşte evlat! Hor görme kimseyi, sev say ki zamanı gelince seni de sevip saysınlar. Ama ne mutlu ki bizlere, hala güzel insanlar, hayırlı evlatlar var.

İşte onlardan biri, bize güleryüzü ve pozitif enerjisi ile kapıyı açan, bu sefer gölgesinde konaklayacağımız çınarımız Ayşe Dinger’in kızı Hürmet hanım…

İsmi gibi sevgide ikramda bize hürmet etmekten çekinmeyen bu güzel insan, Ayşe teyzemiz sağlık sorunları yaşamaya başlayınca, getirmiş anacığını bırakmamış kimselere..

Almanya’daki ulu çınarlarımızdan Ayşe Dilger

Ayşe teyzemiz 1938 yılında Makedonya’da (eski Yugoslavya) dünyaya gelmiş. Oyunlar oynadığı bahçeleri, şırıl şırıl akan dereleri, okula birlikte gittiği yarenlerini kısacası çocukluğunu, geçmişini orada bırakarak, genç kızlığa adım attığı yıllarda ailesi ile birlikte 1950 yıllarında Türkiye’ye göç etmiş.

Aydın’ın Çeştepe köyüne yerleşen Ayşe teyzemiz ve ailesi, zaten yokluk yılları olan o dönemde ayakta kalma mücadelesi verirken babalarının felç olması ile daha bir sarsılmış. Kendisinden büyük evli iki abisi de kendi ailelerine bakmak zorunda oldukları için ailenin yükü Ayşe teyzemiz ve erkek kardeşine kalmış. Kolay mı? Hasta bir baba, yoktan var eden bir anne ve kardeşleri… Ayşe teyzemiz tarlada, bağda, bahçede çalışsa da, nereye kadar? Yaşıtları evde nakış işleyip, yemek yaparken o ailesinin geçimi için fabrikaya işçi olarak girmiş. Çok yorulsa da hiç yılmamış, şikayet etmemiş uykulara hasret kalsa da, eve ekmek götürmenin huzuru yetiyormuş ona.

Derken, kendisi unutsa da güzel bir kız olduğunu, etrafındaki delikanlılar farkındaymış bunun. Fabrikada çalışan Ayşe teyzemizin abisinin arkadaşı olan yağız delikanlı da onu görmüş ve ona vurulmuş. Küçük yer, öyle şimdikilerdeki gibi konuşma flört yok. Ama onun da gönlü var mı acaba? İstetse ailesine. Ve almış iki şekeri eline, bir ara uzatmış Ayşe teyzemize o da alıvermiş. Bu, “benim de sende gönlüm var” demekmiş. Bakar mısınız harekete, saygıya? Şimdikiler gibi “elektrik aldım, alamadım” durumu yok. “Nerede buluşup, ne yiyelim?” “Bir ay sonra ayrılalım” yok.

Bir şekerle kurulan bir aile, bir yuva. Beni en çok “Çınarlar” dosyasını hazırlarken, her zorluğa rağmen ölene dek süren evlilikler etkiledi. Kimi görmeden evlenmiş, kimi bir iki kere, ama aile olunmuş, yuva kurulmuş ve ayrılık hiç konu bile olmamış.

İşte Ayşe teyzemiz de kurmuş yuvasını, minicik, sıcacık ama hala yokluk, hala ucu ucuna geçim. Bir de minik kızları Hürmet gelmiş hayatlarına. Kız çocuklarını çok seven baba ve Hürmet hanım arasında o bağ hala devam edermiş. Derken diğer çocuklar da olmuş. Nüfus çoğalmış. Baktı olacak gibi değil, evin reisi Ayşesini ve çocuklarını memlekette bırakarak heybesine hasretini de alarak 1965 yılında düşmüş Almanya yollarına. Sıla hasreti zormuş elbet ama ailesi için mecbur kalmış hasrete katlanmaya. Günlerini posta yolu ile haber bekleyerek geçiren Ayşe teyze ve çocuklar babalarını özlerken, babasına daha bir düşkün olan Hürmet, öyle bir hastalanmış ki özleminden. Doktor en kısa zamanda babası ile kavuşmalı deyince, bir telgraf çekilmiş Almanya’ya. Kıyar mı kızına? Kızı doğduğu gün, dünyalar onun olan babası…

Getirmiş onları da 1967’de Almanya’ya. Ama ev yok, düzen yok. Bir dönem eş dostta kalan aile, bir çatı katı bulup yerleşmiş.

Sonra diğer çocuklar dünyaya gelmiş, aile büyümüş. Eşi fabrikada çalışan Ayşe teyzemiz, durur mu? Destek olmalıymış ailesine. Bahçıvan olarak çalışmaya başlamış. Akşama kadar ellerine dikenler batsa da, yağmur yağsa da, sıcakta kavrulsa da şikayet etmeden yuvasına koşmuş, çocuklarına. Ev işleri, yemek, çocuklar derken, ertesi gün yine aynı tempo böylece devam etmiş.

Kızı Hürmet hanım, “Benim annem öyle fedakar, öyle çalışkan bir kadındı ki, bize öyle güzel annelik yaptı ki, kimsenin annesine özenmedik. Yemekse en güzeli, sevgi şefkatse o yorgunluğuna rağmen en içteni. Maddi manevi bizi hep doyurdu annem. Sofrası öyle bereketliydi ki, tatil günleri gelenimiz gidenimiz hiç eksik olmazdı. Yemeyi, yedirmeyi çok severdi. O zaman nerede televizyon, telefon? Aile gezmeleri tek zevkimizdi. Fedakar, cefakardı benim annem derken” sesi titredi, gözleri doldu.

Ve devam etti: “Annem bırakın bize, babamın ilk evliliğinden olan iki abime de öyle güzel annelik etti ki, onları ayırmadı bizden. Hatta daha fazla ilgilendi onlarla diyebilirim. Onlar da öz anneleri gibi düşkünler anneme.

Ayşe teyzemiz, bahçıvanlıktan sonra bir balıkçıda çalışmaya devam etmiş. Altı çocuk okutmuş. Onlar da iş sahibi olmuşlar, evlenmişler. Hep mücadele, hep koşturma. Bir de memleket hasreti tabii… Yıllar geçerken artık emeklilik yaşları gelen Ayşe teyze ve eşi memleketleri Aydın’a yerleşmişler.

“Ah be Almanya! En güzel yıllarımızı, enerjimizi, sağlığımızı, güzelliğimizi sen aldın. Bize romatizma, bel ağrısı, kalp, kanser, engelli arabası bıraktın” demişti bir çınarımız.

Ayşe teyzemizin yıllar önce fabrikada eşinden aldığı o şeker gibi geçmiyor hayatlar işte.

Ve bir yaz tatilde ailesini görmeye giden Hürmet Hanım, annesindeki değişiklikleri fark etmiş. Dalgın hüzünlü halleri, ara ara ağlama nöbetleri, aşırı unutkanlığı, bir iki kere yolunu kaybetmesi, onu endişelendirmiş.

Ve doktora gittiklerinde çağımızın en büyük hastalıklarından biri olan Alzheimer teşhisi konulmuş Ayşe teyzeye. Baba zaten hasta, çocukların hepsi Almanya’da. Eşini bir süre önce kaybeden Hürmet hanım, ana kucağında ağlayıp teselli bulacağına, bu kez o annesine kol kanat germiş.

Birlikte gelmişler Almanya’ya. Doktorlar, ilaçlar, tedavilerden çok onun annesine verdiği sevgisi, ilgisi, hastalığın hızlı ilerlemesini önlese de, Ayşe teyzemiz bakıma muhtaç bir hale gelmiş. Bir dönem kendi rahatsızlığından dolayı geçici bir bakım yerine verse de annesini her gün yanına gidiyor Hürmet hanım ve diyor ki:

“O kadar güzel bakılıyordu ki orada, o kadar temiz, güzel alakalılardı ki. Ama annemin gözlerindeki ışık soluyordu sanki. Evet, annem Alzheimer, unutuyor ama beni görünce o heyecan, o sevgi hep var. Ve çok memnun olmama rağmen annemi aldım oradan, yanıma aldım yine. Biliyor musun? Annemin gözleri yine ışıl ışıl. Yanımda huzurlu, mutlu olduğunu hissediyorum. Çok zor. Onunla sohbet etmeyi, gülmeyi, dertleşmeyi çok özledim. Ama olsun, yanımda ya. Yıllar önce bir kere bana, ‘Sen nereye, ben oraya’ demişti, sağlıklıydı o zamanlar. O, bende yer etti. Ben nerede, annem orada. Oturuyor ya şurada, güven, huzur içinde kale gibi.”

Ve ben böyle güzel, içten, sevgi dolu bir evlat karşısında, saygıyla eğiliyorum.  İyi ki, sizin gibi ataya değer veren evlatlar var ve bizler sizlerle aynı oksijeni alıyoruz diye şükrediyorum. Ne güzel evlat timsalisiniz siz Hürmet hanım…

Derken, yüzümde yarı hüzünlü yarı mutlu gözyaşı izleriyle, yine güzel insanları tanımanın huzuruyla bir Çınar’ın gölgesindeki molama son veriyorum. Ayşe teyzemizin kızı Hürmet hanımın bu yaşında bu vefası, bu fedakarlığı karşısında, bir ulu çınarın gölgesinde ailesini saran kollarıyla başka bir çınarın doğduğunu görüyorum.

Daha çok olsun sizin gibi insanlar çevremizde lütfen. Yüreğinizi, evinizi bize açtığınız, yaşamın koşuşturması içinde mola vermemize vesile olduğunuz için teşekkürler size Hürmet hanım ve Ayşe teyzemiz…

Selda Uçar – KADINCA.eu – 11.12.2020 – 23:00

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*