30 Ekim 1961’de Türkiye ve Almanya arasında tarihi bir anlaşma imzalandı: “İşgücü Göçü Anlaşması”
Bu anlaşmayla birlikte Türkiye’den Almanya’ya başta endüstri sektörü olmak üzere farklı alanlarda çalışmaya Türk işçiler gelmeye başladı. “Misafir işçi” denilen ve bu ibareyle ülkesine geri döneceğinin altı çizilen Türk işçiler, geçen zaman içerisinde ailelerini de getirerek Almanya’ya yerleştiler. Ve bu ülkenin sadece ekonomik hayatında değil, kültüründe, sanat ve siyasetinde de önemli bir dönüşüme neden oldular. Öyle ki bugün “göç ve göçmen” kavramları, onların 60 yıllık serüveni özelinde yep yeni tespitlerle yeniden masaya yatırılıyor.
Anlaşmanın 60. yıldönümüne gelindiğinde ilgili tespitlere dair pek çok etkinlik yapıldı, çok sayıda kitap ve çalışma kamuoyuyla paylaşıldı. Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti Berlin Başkonsolosluğu’nda da konsolosluğun himayesinde BAU Bahçeşehir Üniversitesi’nde göçle ilgili araştırmalar yapan öğretim üyeleri ve uzmanların katıldığı bir panel düzenledi.
“60 Yıllık Başarı Hikayesi: Almanya İkinci Vatan” adını taşıyan panelde, her ne kadar başarı hikayesi dense de göçün 50. yıldönümünde olduğu gibi teker teker başarılardan bahsetmekten çok, Almanya’daki Türklerin kendilerinde ve bulundukları toplumda yarattığı değişim ve dönüşüme ışık tutuldu.
BAU Sosyal Araştırmalar Merkezi Başkanı Dr. Barış Ülker, başta Berlin olmak üzere göçmen Türklerin yerleşme alışkanlıklarının, tercihlerinin Almanya şehirlerinin çehresinde ne tür değişikliklere neden olduğunu anlattı. BAU’nun Göç ve Araştırma Merkezi kurucusu, sosyoloji bölümü profesörü Ulaş Sunata, göç kavramı içinde göçmen Türklerin edilgenden etkene evrilme öykülerini dile getirdi. Yaklaşık 20 yıldır Berlin’de jinekolog olarak çalışan ve göçmen Türk kadınlarını inceleyen Dr. Emine Yüksel, evlilik yoluyla Almanya’ya gelen hem kendi hayatlarında hem bulundukları toplumda kırılmalara yol açan yeni kuşak göçmen kadınların sorunlarına dikkat çekti.
2013-2017 yılları arasında Almanya Federal Parlamentosu’nda Yeşiller Partisi’nden milletvekili olan Özcan Mutlu da, fabrika grevlerindeki halaylı eylemlerle başlayan ve bugün Almanya siyasetinin farklı kademelerine uzanan Almanya’daki Türklerin siyasete kattığı renkleri aktardı.
Tüm bu tespitlerin ortak noktası ise hem bu iki ülkeyi içinde taşıyan hem de onlardan bağımsız bir olgunun vurgulanmasıydı, yani “Almanya Türk toplumu”nun…
Biz de KADINCA.eu olarak, bu olguyu öncelikle Berlin Başkonsolosu Rıfkı Olgun Yücekök’e sorduk.
“Renkli, başarılı, güçlü bir toplum”
“Almanya’da nüfusu 3 milyonu bulan, yaklaşık 50 bin işverenin 500 bin kişiyi istihdam ettiği, 500 milyon Avroluk ciro ürettiği Almanya’nın Alman olmayan en büyük topluluğundan bahsediyoruz” diyen Başkonsolos Yücekök sözlerini şöyle sürdürdü: “Büyük bir toplum ve iki ülke arasında da her alanda son derece güçlü, çeşitli ve renkli bağlar oluşturan bir topluluk. Artık şunu söylemek mümkün: Buradakiler misafir işçi değil, buradakiler göçmen değil. Buradakiler, Almanya Türk toplumu!”
“Türkler, Almanya’da misafir olmadıklarını herkesten önce farketti”
Sosyoloji bölümü profesörü Ulaş Sunata, Alman devletinin ancak 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye’den gelen işçileri ve ailelerini göçmen olarak kabul ettiğini ve onların toplumsal uyumundan sözetmeye başladığını hatırlattı. Profesör Sunata, Türk işçilerin Almanya’da misafir olmadıklarını herkesten önce farkettiğini belirterek, üstelik bunun travmatik bir nedene dayandığını da şu sözlerle anlattı: “Buradaki kritik nokta bir göçmenin gittikten sonra bıraktığı yerle kurduğu ilişki. Ona söylenen misafir olduğu, geri döneceği. Yaşamı ev ve iş ekseninde geçiyor. Sürekli geçmişe özlem ve Türkiye’ye dönüş için gelecek planları var. Yaşadığı bugünün farkında değil. Ta ki, memleketine gittiğinde oradaki eski hayatını bulamadığında bugünün ayrımına varıyor.”
Bunu bir yabancılaşma hikayesi olarak tanımlayan Profesör Sunata, “Aslında sıla hasreti adıyla yansıyan, gerçekte göçmen işçinin yaşadığı travmatik yabancılaşmaydı” dedi.
Ulaş Sunata, bu yabancılaşma ile evini arayan Türk göçmenin, ailesini Almanya’ya getirmesi, kendi bakkalını, manavını açması ve zaman içinde buranın bir parçası olmasının farkına varmadan gerçekleştiğinin de altını çizdi.
“Göçün aktörüne dönüşen Türk göçmenler”
İşçi göçünün ilk yıllarında karar vericilerin devletler ya da şirketlerin olduğunu ve misafir işçi kavramının da belirli amaca belirli bir süre hizmet için oluşturulmuş filitre bir kavram olduğuna dikkat çeken sosyoloji profesörü, “Misafir işçi değil, göçmen olduklarını yaşamın içinde farkeden ve buna göre geleceklerini şekillendiren Türk göçmenler, aile birleşimi kavramıyla da ailesini ya da eşini Almanya’ya getirerek göçte karar verici aktörlere dönüşmüşlerdir” şeklinde konuştu.
Profesör Sunata bu bağlamda Almanya’ya evlenerek gelen ve “ithal gelin ya da damat” ifadeleriyle tanımlanan göçmenlerin mağduriyet anlayışı içine sıkıştırılmasını da doğru bulmadığını ifade etti. Ulaş Sunata, “Bunun aslında pozitif bir okuması da olabilir. Türkiye’de şartları iyi olmayan kadın ya da erkeklerin Almanya’daki başarı hikayelerini örnek alarak, Almanya’ya gelme tercihleri onları hem kendi hayatları hem de göç olgusu içinde bir aktör haline getiriyor” dedi.
Türkiye’den yeni dalga göç
Türkiye Cumhuriyeti Berlin Başkonsolosu Olgun Yücekök, Almanya Türk toplumunun Türkiye’den gelen yeni dalga göç için de, çekici bir zemin oluşturduğuna işaret ederek, “Son yıllarda Türkiye’den Almanya’ya göç eden çok sayıda genç insanımız var. Farklı olarak bu gelen insanlarımız, yeni teknolojiler ve yeni iş sahalarında iş buluyorlar.
Özellikle Berlin ve Amsterdam, Avrupa’da yazılım sektöründe rekabet eden ve ülkemizden yazılımcı çeken iki şehir. Ve Türkiye’den gelen insanlarımız, Uzakdoğu, Asya ya da Amerika’ya gitmek yerine burayı tercih ediyorlar. Çünkü burada onların hayat kurmasını, adaptasyonunu sağlayacak dinamik bir Almanya Türk toplumu var” diye konuştu.
Profesör Sunata ise, yeni dalga göçmenlerin bulundukları topluma hızlı adapte olmak için göçmen olduklarını pek belli etmek istemediklerini, hatta göçmenlerle aralarına mesafe koyduklarını savundu. Sunata, “Bu aslında onların handikapları. Ben onlara “siyah kuğu” diyorum. Çünkü Türkiye’de beyaz kuğuyken , burada bekledikleri ilgiyi göremiyorlar, belki dışlanıyorlar ve siyah kuğuya dönüşüyorlar. Bunu anladıklarında geç de olsa Almanya’daki Türk toplumunu farkediyorlar. Ve burada güçlenerek yeniden yollarına devam edebileceklerini anlıyorlar” dedi.
Özlem Coşkun – KADINCA.eu – 12.11.2021 – 18:00
Fotoğraflar: Ayşen Meliha Karaman
İlk yorum yapan olun