Kuşkusuz hepimiz doğanın biyotik (canlı varlıklar) ve abiyotik (canlıların yaşamlarını devam ettirebilecekleri çevresel koşullar; ışık, iklim, su v.s) faktörleriyle derin bir ilişki içindeyiz. Bu ilişki olmaksızın hayatta kalma ihtimalimiz neredeyse imkansız. Ayrıca günlük fizyolojik ihtiyaçlarımızın yanı sıra tazelenme, huzur ve düşüncelerimiz için ilhamı da çevremizden alırız. Yani çevre, bizim fiziksel varlığımızla birlikte ruhsal varlığımızı da destekler.
Sıraladığımız tüm bu noktalar aslında bizim menfaatlerimize işaret etmektedir. Peki, ekosistemi bir menfaatler bütünü şeklinde görüp, kendimizi bu sistemin efendisi olarak algılamaya başlarsak ne olur? Öncesinde sadece düşünsel gibi görünse de, söz konusu algı çevreye zarar vermeye yönelik ilk adımımızı oluşturur. Zira çevreye karşı tek taraflı, bencil algılama biçimi, bir süre sonra davranışa ve onun tezahürü olarak karaktere dönüşür. Nihayetinde çevreye verdiğimiz ya da verebileceğimiz zararlarla kendi felaketimizin de kapısını aralarız. Tıpkı son günlerde yaşanan orman yangınları ve sel felaketleri gibi…
İşte bu noktada yoga ve onun karma felsefesi, insanoğlunun ilgili durumuna en net şekilde ayna tutar ve insanın kendisi, ekosistem ve evrenin tamamıyla olan karşılıklı ilişkisini eksiksiz bir şekilde açıklar. Karma, maddi-manevi yaptığımız tüm davranışlar ve onun sonuçları anlamına gelmektedir. En basit örneğiyle karma, varoluşun tamamını bir el ve onda yer alan varlıkları da bu elin parmakları olarak kabul eder. Elin parmaklarından biri zarar gördüğünde tüm el acı çeker ve zarar görür. Bu örnekten hareketle ekosistemde meydana gelen bir zarar veya aksama da, öyle ya da böyle hepimizi etkilemektedir.
Zaten bunu, son yıllarda iklim değişikliğine bağlı yaşanan çevre felaketleriyle bizzat deneyimliyoruz. O yüzden yoga, bireysel gelişimde çevre ve çevre duyarlılığıyla yakından ilgilenir. Bu kadim felsefede birey, ruh ve beden bütünlüğünü keşfetmek için yola çıkar, sonunda yaratılış ve Yaradan ile hemhal olup yolu tamamlar.
Bu doğrultuda yogada uyulması gereken bazı etik değerler vardır, Sanskrit dilinde “Yama” ve “Niyama” olarak adlandırılırlar. Yamalar beş etik değerden oluşur: Şiddetten uzak durma (Ahimsa), doğruluk (Satyam), duyu kontrolü (Brahmacharya), çalmamak (Asteya) ve sahiplenmemek (Aparigraha).
Çevreyi düşündüğümüzde ise söz konusu etik değerleri şöyle formüle edebiliriz: Çevreye şiddet uygulamadan, ona zarar vermeden dürüst bir yaklaşımla ondan eksiltmeden, onun efendisi, sahibi gibi davranmadan yaşamayı öğrenmeliyiz. Bu formülü hayata geçirdiğimiz takdirde ekosistemde tüketen bir tiran olmaktan çıkıp, onu çoğaltan yeniden var eden gerçek insana dönüşebiliriz.
Özlem Coşkun – KADINCA.TV – 14.08.2021 – 23:00
İlk yorum yapan olun